8 Ocak 2012 |
İşler iyi gitsin ya da kötüye. Bir karar aldın mı sonuna kadar arkasında duracaksın. Şimdi sezon öncesi baktın ki cep delik, cepken delik. Sende çıktın dedin ki “üç yıllık plan” Böylelikle onun gereği olan gençlere önem… Kimsenin sesi çıktı mı? Hayır, çıt yok. Çünkü baştan alınan karar böyle. Arkasından bu karara uygun genç bir hocayla yapılan üç yıllık anlaşma. Ve Karabük’le yapılan son hazırlık maçı… Tribünden iç geçirerek “İşte bu” diyorum. Bu takım bize heyecan verir. Hem bizde kalan hem de transfer edilen gençler rahatlıkla forma bulur. Takımda kalan tecrübeli isimlerde sorumluluk alarak performanslarını yükseltir. “Bu iş olur” diyorum, şampiyonluk hiç önemli değil. Çok geçmeden, hem de birkaç gün sonra başta konulan hedef deliniyor. Ve böylelikle ilk yalpa geliyor. Emre Toraman, Veysel Cihan ve Orhan Ak bir operasyonla takıma kazandırılıyor. O zaman “İşte şimdi olmadı” diyorum. Kadro gereksiz şişiyor, sezona umutla bakan gençlerin morali bozuluyor. Bu görüntüyle başlayan yeni sezonda takım ilk haftalarda öyle böyle iyi gidiyor, hatta lider bile oluyor. Böyle olunca “Üç yıllık plan” deyiminin yerini birden “uzak ara” şampiyonluk deyimleri alıyor. Sonrasında takım bir ara kötü gitmeye başlayınca üç yıllık plana ister istemez geri dönülüyor. Böylelikle ikinci yalpa sahne alıyor. Başkan çıkıyor “ben kimseye şampiyon olacağız demedim, zaten bana geçmişten çok borç bırakıldı, kimse umutlanmasın biz zaten üç yıllık plan yapmıştık” diyerek eski defterleri de karıştırmaktan geri kalmıyor. İlk yarının sonlarına doğru Allah yardım ediyor, üsteki takımların beklenmedik puan kayıpları takımı üst sıralarda bırakıyor. “Üç yıllık plan” süratle tekrar rafa kaldırılıyor. Başkan “Boluspor hedefsiz olmaz” diyerek yine umut tazeliyor. Umutların tazelendiği günlerde üç yıllık planın tekrar rafa kaldırılmasıyla beraber gözler birden hocaya çevriliyor. İsim olarak kadro yapısının son transferlerle değişmesi ve beklenmeyen puan durumu birilerinin hocanın yetersizliğinden bahsetmesine yol açıyor. Ben, hatta başkanda buna dâhil… Hadi ben normal karşılanırım da başkanın ki tabi normal karşılanmıyor. Hocanın kulağına bu dediler gidince ipler kopuyor. Ve hoca son maçta kin kusunca sonuçta mecbur istifa ettiriliyor. Liderle aradaki fark az olunca ikinci yarıdaki hedef; takımı boşaltmak, kaliteli bir hocayı göreve getirmek ve nokta transferler yapmak oluyor. Başkan “Herkes Boluspor’a gelmek istiyor. Ben istersem alamayacağım adam yok” diyor. Buna rağmen, önce Yücel İdiz sonra Metin Diyadin her nedense yapılan tekliflere “ıııııh” diyor. Zaten kısa olan süre hızla daralıyor ve böylelikle hoca transferi krize giriyor. Düşen yılana sarılır misali, alelacele rakip Göztepe’de başarısız olup ligde yıpranan Sayın Kızıltan takımın hocası oluyor. Böylelikle camia ikinci yarı için konulan hedefte ilk hayal kırıklığını yaşıyor. Birde ilahi adalet devreye giriyor, belki de bizi sınamak için yeni hocanın geldiği rakibe eski hoca nasip oluyor. Arkasından kaliteli oyuncu isimleri havada uçuşmaya başlıyor. O olacak, bu olacak derken şok gibi Aydın Çetin gökten düşüveriyor. Tam “giden geleni aratır” misali. Camiada uzun sürmeden ikinci hayal kırıklığı… Rakiplerde de sevinç. Onlarda böylesini beklemiyor. Sezon başı üç yıllık plan dâhilinde kazanılır diye düşündüğümüz gençler birer birer başka kulüplere dağıtılıyor. Sadece; göstermelik mi desem, yoksa çift kale yaparken ikinci on biri doldurmak için mi desem; birkaç oyuncu A2 den kampa götürülüyor. Ama ne olursa olsun hedef; arada sırada verilen gazla şampiyonluk olarak veriliyor. Ama bence sadece İkinci bir emre kadar… Tabi gelen Fransız ve ulusal basında ısmarlama yapılan rüzgârı da unutmamak lazım. Ama işler bir kötü gitsin merak etmeyin “üç yıllık plan” yine cepte. Gizli zırh gibi… Yani uzun lafın kısası; bir öyle, bir böyle, rüzgâra göre yalpa yaparak. Şimdiye kadar yaşanılanların maalesef özeti bu… Bundan sonrasını hep beraber göreceğiz. Anlayacağınız sezon sonu elde ya “şampiyonluk” ya da “üç yıllık plan” kalacak. Yani bu gidişle sezon sonuna kadar yalpaya devam edilecek. Tercih edilen bu yöntemin tabii ki eleştirilerin önünü kesmek için hissedilen içgüdü olduğunu söylemekte hiç zor değil. Hâlbuki ki buna ne gerek vardı? Başta verilen “üç yıllık plan” sözü ve onun gereklerini yerine getirme işi hallederdi. Millet de oldubitti der geçerdi. Ne diyeyim ben size?